Edebiyat ve sanat dünyamıza emek veren önemli insanlar arasında Konya' da mesleki görev, eğitim, sürgün, doğum vb. değişik vesileler ile bulunan ve Konya 'nın kadim tarihi, kent yaşantısı ve kültüründen etkilenen yazarlar olarak Ahmet Hamdi Tanpınar, Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, Atilla İlhan, Zülfü Livaneli, Pertev Naili Boratav, Ruhi Su, Tarık Buğra, Yılmaz Güney gibi önemli insanlar dikkat çekmektedir. Edebiyat ve sanat dünyamıza katlı sağlayan bu kişilerin Konya ile birlikte anılan ve eserlerinde ortaya çıkan birikim ve etkileşimleri, hatıraları ve fotoğraflar üzerinde bir kaç yıldır yoğunlaşarak araştırıyorum.
Bu bağlamda edebiyatımızın ve Türkçenin önemli seslerinden şair ve yazar Ahmet Tanpınar’ı ölümünün 62.ci ve doğumunun 123.cü yılında rahmetle anarak bir de Konya penceresinden inceleyelim: Ahmet Hamdi Tanpınar, 23 Haziran 1901’de İstanbul Şehzadebaşı’nda ailenin ortanca çocuğu olarak dünyaya geldi. Tanpınar, babası Hüseyin Fikri Efendi’nin memuriyeti dolayısıyla pek çok kez şehir değiştirmek zorunda kaldı. Buna bağlı olarak okul hayatı da sık sık değişti. İlkokuldan başlayarak lise mezuniyetine kadar Diyarbakır İstanbul, Sinop, Siirt, İstanbul, Kerkük ve Antalya’da bulundu.
Tanpınar’ın yolu onun deyimiyle kadim şehir Konya ile iki kez kesişmiştir.
Yazar Konya’da ilk kez 14-15 yaşında genç bir delikanlı iken, 1916 yılında kısa süreli olarak bulunmuştur. İkinci kez ise bir lise edebiyat öğretmeni olarak 1925 yılında atanmış ve Konya’da askerlik dahil 22 ay kalmıştır. Tanpınar, 1988-1919 yılları arasında bir yıl İstanbul’da yüksek öğrenim olarak Baytar (Veteriner) mektebinde okudu daha sonra Dar-ül Fünun’a geçerek edebiyat fakültesine devam etti. 1923’ün Mart ayında Hüsrev ü Şirin üzerine yazdığı teziyle mezun oldu. Ahmet Hamdi Tanpınar ilk görev yeri olan Erzurum’ dan 17 Ocak 1925 tarihinde Konya Lisesi edebiyat öğretmenliğine atanır. Burada çalışırken askere alındı.
Tanpınar 8 Kasım-1 Aralık 1926 tarihlerinde, Kolordu Topçu Alayı’nda er olarak dokuz ay askerlik yapar.
19 Ağustos 1926’da dokuz aylık askerlik hizmetinden terhis edildikten sonra Konya Lisesi’ndeki edebiyat öğretmenliği görevine geri döner. Ekim 1927’de ise tayini çıkarak Ankara Erkek Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptı.(1) Topçu alayında çekindiği fotoğraflara yer verdiğimiz bu yazıda yazarın üniformalı gençlik günlerinden esintiler görülmektedir. Cumhuriyet neslinin ilk öğretmenlerinden olan Tanpınar kendi ifadesiyle 1932 yılına kadar radikalist bir Batıcıdır ve Doğu’yu tamamıyla reddetmektedir.(2) Bu dönem Erzurum, Konya ve Ankara’daki öğretmenlik yıllarına rastlar. 1943 yılında ise CHP Kahramanmaraş milletvekili olarak bir dönem görev yapar.
Tanpınar’a ilham kaynağı olan Beş Şehir’in Konya’sını anlamak için Konya’yı bilmek gerekir. Bu şehir insanlara nasıl yeniden bir merhaba der bilir misiniz?
Yazar Fethi Gemuhluoğlu Tanpınar’ ın Beş Şehir isimli kitabını yaşatmak üzere hazırlanan “Medeniyet Köprüsü Beş Şehirli” isimli eserde “Merhaba” başlıklı yazısında Konya için der ki: Bizim de içimize bu gurbette, bu kahırda, bu çaresizlikte, bu kimsesizlikte bir merhaba sunulsa. Bir merhaba sunulsa da, gurbet vuslata, kahır lûtfa, çâresizlik çâreye, kimsesizlik vahdete dönse. Sırlansa, nurlansa. Allah’lı olsa. “Sen olmasaydın” ın mazharı olsa. Şâh-ı Velâyet’in yolu olsa. İbtilâlara şâd ve şâdüman olsa. Kahırlara omuz silkip şükürlü olsa. Gülmenin ve ağlamanın hudutlarının dışına çıksa. Hâsılı merhaba olsa. Sıcak, sımsıcak bir merhaba olsa. İçimizi sarsa. Yorgunluğumuzu alsa. Bizi yusa yıkasa. Arı ve pâk kılsa... Sonra her şeye yeniden başlayabilsek. Çocukluklara, aşka, duaya, niyaza, teslimiyete, küfre, sabra, şekvâya, îmanâ... Dönüp dönüp Hakk’a gelmeye. Sıratı müstakimden, yılların yolundan Hakk dosta gelmeye. Merhaba’ ların has sahiplerinden yahut tek sahib’ in has kullarından biri diyor ki, “Biz her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası” Bizim Yunus öyle diyor. Merhaba diyor. Yerinde saymanın esirliğini salıyor, azâd ediyor. Nefis köleliğinin zünnarını kesiyor.
Sonra yine merhaba diyorlar. Bu defa kınamalara karşı diyorlar. Horlanıp itilmelere, azarlanıp kakılmalara karşı diyorlar. Merhaba ol cihetten tulû ediyor. Konya nâm şehirde, Ka’betül Uşşâk’ta, eşiğine yüz sürülesi: “Yüz defa tövbeni bozmuş olsan bile, bize gel” diyor. Bu, Mevlânâ’nın merhabasıdır. Merhaba kapısını ardına kadar aralıyor. Kapısız ediyor. Cemâl kapılarını, nûr kapılarını, bereket kapılarını, ihsân ve af kapılarını açıyor. (Yeniden Bir Merhaba, Medeniyet Köprüsü Beş Şehirli, Kültür ve Turizm Bakanlığı,2015. sf:104-106)
Tanpınar’ ın sanatında inanç ve estetik boyutu
Şiir, roman, hikâye, deneme, eleştiri, inceleme ve araştırma, edebiyat tarihi gibi edebiyatın hemen her türünde eser veren Tanpınar’ın mimari, heykel, resim, müzik ve hat başta olmak üzere güzel sanat alanlarında da amatörlükten daha ileri bir seviyede, dikkate değer yorumları içeren makale ve denemeleri vardır. 1932’de İstanbul’a gelen ve özellikle 1934’ten itibaren Yahya Kemal’in çevresine yeniden giren Tanpınar’ın bundan sonraki tutumu daha ılımlı ve terkibî bir mahiyet kazanır. Yenileşmenin gereğine inanmasına, hatta yenilikleri ve devrim hareketlerini yüceltme gayretine rağmen Osmanlı medeniyetinin ve kültürünün, bunları doğuran büyük değerlerin giderek kaybolmasından gelen bir iç sızısı, bitip tükenmez bir nostalji de hissedilir.
Tanpınar günlüklerinde “İnkılâpçılardan ayrılıklarım: Allah’a inanıyorum. Fakat tam müslüman mıyım, bilmem. Fakat anamın, babamın dininde ölmek isterim ve milletimin müslüman olduğunu unutmuyorum ve müslüman kalmasını istiyorum” demesi…..Özellikle şahsiyetini, sanatını ve fikirlerini en olgun, aynı zamanda en komplike ve yoğun biçimde yansıtan romanı Huzur’da din ve bunu çağrıştıran motifler onda İslamiyet ve din konusu sadece estetik bir sorun olma seviyesini aşarak bir inanç ve yaşama tarzı karakteri gösterir.
Tanpınar’ın Konya Günlerinden kesitler
1960 yılında yapılan ikinci baskısında kitabının başında Tanpınar eserini üstadı Yahya Kemal’e ithaf etmiştir. Eserin Konya ile ilgili bölümü şöyle başlar: “Konya bozkırın tam çocuğudur. Onun gibi kendini gizleyen esrarlı bir güzelliği vardır. Bozkır kendine bir serap çeşnisi vermekten hoşlanır. Konya’ya hangi yoldan girerseniz girin sizi bu serap vehmi karşılar. Sağlam ruhlu kendi başına yaşamaktan hoşlanan, dışardan gösterişsiz, içten zengin Orta Anadolu insanına benzer. Onu yakalayabilmek için saat ve mevsimlerine iyice karışmanız lâzımdır. Ancak o zaman çeşmelerinden akan Çarbağ (çayırbağı) sularının teganni ettiği sırrı, zengin işlenmiş kapıların ardında sırmalı çarşafı içinde çömelmiş eski zaman kadınlarını andıran Selçuk âbidelerinin büyüklük rüyasını, türkü ve oyun havalarının hüznünü ve bu oyunların ten yorgunluğunu duyabilirsiniz.”
Bir Kadir gecesi günü Mevlana dergahında sema ayinine katılmıştır.
Tanpınar dergahlar kapatılmadan önce Kadir gecesinde bulunur. Yaptığım tespite göre 21 Nisan 1925 günü gecesi Mevlana dergahında bir sema ayinine katılır. İzlenimi şudur: “Mevlevi âyinini son defa dergâhların kapanmasından biraz evvel, bir kadir gecesi, Konya’da görmüştüm. Bu kadar sembollerle konuşan bir terkip azdır. Her duruşun, tavnn, kımıldanışın ve adımın mânası vardır. O hırkaya bürünüşler, ilk ney sesinde uyanışlar (ölüm ve haşir), kol açışlar ve ayak kilitleyişler (Mevlevi âyininde her mevlevî Ali’nin zülfikarı olur) bir kitap gibi derin derin anlatan şeylerdir. Asıl sema’a gelince, şüphesiz dünyamn en güzel rakslarından biridir. Mukaddesin iklimini zaptetmiş, orada hilkatin sırrını tekrarlayan bir bale.”
Tanpınar Konya İdadi binasının üst katında hapishaneye bakan küçük bir odada yatılı kalmıştır.
“Konya’da Mevlânâ kadar yükseklerde uçmasa bile varlığını bize onun kadar kuvvetle kabul ettiren ikinci — Selçuk epopesi(destanı) de düşünülürse — üçüncü bir varlık daha vardır, folklor. Ben Orta Anadolu türkülerini o gurbet, keder, türlü ten yorgunluğu ve iç darlığı dolu acı dert kervanlarını bu şehirde tanıdım.” Eski Konya Lisesinin üst katında küçük bir odada yatardım. Binanın yan başındaki hapishaneden bazen de öbür yanındaki kötü evlerden günün her saatinde bahçedeki çocuk seslerine ve kendi çalışmalarıma mahpusların söyledikleri türkülerin hüznü karışırdı. Bazen de öbür yanındaki kötü evlerden günün her saatinde bahçedeki çocuk seslerine ve kendi çalışmalarıma mahpusların söyledikleri türkülerin hüznü karışırdı.
1925/1926 yıllarında Konya Kadınlar hapishanesinde söylenen Gez(s)i bağları türküsüne tutkun idi.
Konya hapishanesinin kadınlar kısmında yüzünü görmediğim fakat sesini çok iyi tanıdığım bir kadın vardı. Akşam saatlerinde onun türkü söylemesini âdeta beklerdim. Ve bilhassa isterdim ki “Gezi bağlarında bir top gülüm var” türküsünü söylesin. Bu acayip türkü hiç fark edilmeden yutulan bir avuç zehire benzer.
Tanpınar’a göre Anadolu’nun romanını yazmak isteyenler ona mutlaka bu türkülerden gitmelidirler.
Beş Şehir kitabından alıntılarla devam edelim: “Konya’da dinlediğim türkülerin hepsi şüphesiz oranın değildi. Meram’daki bağ evlerinde veya şehir içindeki topluluklarda seyrettiğim oyunların hepsinin de Konya’nın olmadığı gibi. Kaldı ki Garbi Anadolu halk musikisinin asıl merkezi olmasına rağmen Konya ağzını ayırmak bugünkü vaziyette epeyce güçtür. Benim gibi bir amatör içinse imkânsızdır. Fakat ben onları Alâaddin Tepesi’nde Meram yollarında ve Konya akşamlarında duydum. İnce Minareli’ nin kapısı önünde Kur’an’ın iki süresini o kadar san’atlı bir gerdanlık yapan taş işçiliğine şaşırırken, yanı başımdan geçen çıplak ayaklı çocuklar, onları ıslıkla çaldılar. Onun içindir ki şimdi bu türküleri radyoda dinlerken veya vakit vakit hâfızam sırrına erilmez dönüşüyle hiç farkında olmadan kendi kendime mırıldanırken içimde Konya birdenbire canlanır, kendimi o yollarda, o alçak tavanlı bağ evlerinde, o cami veya medreselerin kapısı önünde veya içinde bulurum, gece ise başımın üstündeki yıldızlı gökyüzü birdenbire değişir. I. Alâeddin’in altın kakmalı, sırma işlemeli, siyah saltanat çadın olur ve ben Selçuk destanının ve Selçuk dramının sahnesi olan, Mesnevi ve Divan-ı Kebîr’in doğmasını, ince, kibar, musikî ve raksa düşkün hayatının kolaylaştırdığı şehirde geçen günlerime bu şehrin insanlarının saatleriyle, bu saatleri dolduran sevinç ve acılarla beraber kavuşurum.” (Beş Şehir, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı yayınları, MEB, İstanbul, 1969. sf:74-106)
Tanpınar’ ın Doksandokuz Yıl Önce Gördüğü Konya nasıl bir şehirdi? Bugün ne durumda?
Tanpınar’ ın öğretmenlik yaptığı Konya’ sında sene 1925 ve 1926 yılında çoğunluğu düz kerpiç evlerden bir kısmı iki katlı bağdadi, cumbalı Konya evleri ve Hristiyan Konyalı’ların konaklarından müteşekkil, toprak yollar içinde bir Konya vardı. Tarihi yarımada denilen bölgede Mevlana dergâhından Alaattin tepesi etrafında yapılan birçok yürüyüş rotasında ve çalıştığı okullara faytonla veya yürüyerek gidildiğinde yazarımızın karşısına birçok tarihi eser çıkmıştır. Bu tarihi eserler Konya evlerinin çok büyük bir kısmı hariç bugünde varlığını korumaktadır.
Önemli eğitim kurumlarından Kız Muallim mektebi, Konya Erkek Muallim Mektebi ile biraz ileride Ziraat abidesi ve yatılı olarak üst katında kaldığı Konya İdadi-i Mülkiye ile kapatılmış ve henüz ortadan kaldırılmamış bazı medreseler vardır. Tanpınar eski karma ortaokulu istikametinden mesela erkek muallim mektebine yürüdüğünde onu muhteşem Selçuklu eserleri karşılaşmıştır. Muhteşem portali ile Karatay medresesi, İnce minareli medrese, biraz ileride Fransız kilisesi, Sırçalı medrese, Hasbey Dar-ül Huffaz’ ı, tarihi çeşmeler ve yeni ağaçlandırılmakta olan Alaattin cami ve Selçuklu köşkü harabesi ve dergah yolunda solda Sanayi mektebi ile karşı karşıyadır. Konya’yı kuşatan bu tarihi atmosfer, Mevlana dergahı ve sayfiye evleri ve mesire yerleri ile Meram bağları beş şehir kitabı için ilham kaynağı olmuştur.
Tanpınar, Meram’a yerli hayatın içinden gitmek gerekir diyor ya, işte o, bugün mümkün değil. 1950’lerin Meram’ı şimdiki gibi böyle dört ağaç, bir dere iki evden ibaret değildi. O yerli hayatta insan ve toprağın dostluğu bambaşka boyutlardaydı. Meram’da hemen her çeşit meyve, pek çok türden sebze, çiçekler yetiştirilip pazarlarda satılır; komşular arasında ihtiyaca göre üretim fazlası takas yapılırdı. Sonbaharda ceviz ağaçları çırpılır, ardından armut hasadı başlar ve sıra bademlerin dallardan indirilmesine gelirdi. Bağbozumu ise bir şenlik havasında gerçekleşirdi. Üzümler toplanır, dev kazanlarda pekmezler kaynatılarak kışın tüketilmek üzere saklanırdı. Bazı evlerde şıralıklar, tüm evlerin yanında su kuyuları bulunurdu. Bahçelerde biriken otlarla ahırlardaki hayvanlar beslenirdi.(3) Ağaç dallarında bülbüller öterdi. 1980’li yıllarda bir meraklı gazetecinin sırf bülbül sesi dinlemek için Meramda bağ evi kiraladığını okumuştum.
Alberto Manguel isimli yazar Tanpınar’dan 70 yıl sonra Beş Şehir’ i yeniden yazdı.
Arjantinli yazar Alberto Manguel Tanpınar’ın adım adım izini sürerek 2016 yılında beş şehiri yeniden gezer ve yorumlar. Keşke ülkemizden bir edebiyatçı ve yazar bunu gerçekleştirebilse idi. Manguel bu eserinde beş şehirde hem Tanpınar’ın gözlemlerini hatırlar hem de bugün geriye ne kaldığını anlatır. Manguele göre: “1467'de Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katıldı. Şehir o dönem boyunca inişe geçse de 1896'dan sonra, İstanbul-Bağdat demiryolunun inşa edilip Konya'dan geçmesi ve şehri neredeyse mecburi bir durak haline getirmesiyle yeniden canlandı. Ankara'nın Türkiye'nin yeni başkenti ilan edildiği 1923 yılına kadar da Konya, İç Anadolu'nun en önemli şehri oldu.
Kesintisiz bir mavi ufuk, Konya'yı ve etrafındaki araziyi kusursuz bir çember şeklinde çevreliyor. Şehir, neredeyse tüm yıl boyunca tozu ve pusu toplayan çukur bir kase gibi, ancak her yanında, buğday ve pancar yetiştirilen bereketli topraklar uzanıyor.
Konya' nın kendisi bir hattatın eseri
Tanpınar İnce Minare'nin üstünde (bitkilerin, çiçeklerin ve enginarların da olduğu) girift şekilde oyulmuş taş kapıyı, sultan otağlarındaki nakışlarla kıyaslamıştı. Bana ise bunu kıyaslayacak bir şeyim yokmuş gibi geliyor: Çabuk ve kolay olana meraklı çağımızın kelime dağarcığında "girift"in karşılığı yok. Tanpınar, Alaeddin Camii'nin çevresindeki duvarlardan, İmparator Barbarossa'yı, Kayzer II. Friedrich'i, 1 190'daki İkonyum Muharebesi'nden sonra ricat ederken gözünde canlandırmıştı. Ben ise bu sahneyi gözünde canlandıran Tanpınar'ı gözümde canlandırıyorum.” demektedir. “Konya' nın kendisi bir hattatın eseri sanki. Konya'da, tam olarak tanımlayamadığınız ya da anlayamadığınız pek çok şey görürsünüz. Bu belki de doğumunda korkunç bir ejderha ile iki yorgun dervişin bulunduğu şehrin doğasından geliyor.” (Allberto Manguel , Tanpınar’in İzinde Beş Şehir, YKY yayınları, İstanbul, Şubat 2016, sf: 67-84)
Sonuç beyanında ise
“Ahmet Hamdi Tanpınar’ın günümüzde okuyuculardan, edebiyatçılardan, akademisyenlerden gördüğü ilgide eserlerinin gerek edebî teknik gerekse içerik bakımından getirdiği yenilikler yanında Türkiye’nin içine düştüğü bunalım ve toplum olaylarının da rolü vardır.”(4)
Tanpınar’ın beş şehir kitabında yer alan seyahat rotası Anadolu da şekillenen kadim Türk İslam şehirlerinin kültür haritasıdır. Ahmet Hamdi Tanpınar, ….'ölümsüz eseri' Beş Şehir için söylenebileceklerin en iyisini yine kendisi söyler: “Beş Şehir'in asıl konusu hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır.”(5) 1946'da yayımlanan kitapta beş şehir yer alır: Ankara, Erzurum, Konya, Bursa, İstanbul. Eskisi ve yenisiyle başkentler, kurucu, mistik ve ülkenin ruhunu temsil ettiği düşünülen şehirler.(5) O halde doğuyu ve batıyı yeniden anlamlandırmak üzere hem kendimiz gibi olabilmek hem ötekini anlamak elzemdir. İrfani oluş kodlarımızdan olan “ya fıtratta eşin, ya dinde kardeşin” olan insanımıza hoşça bakıp anlamak üzere Tanpınar okumaya başlamak üzerimize bir vecibedir. Şehirdeki tüm kademe okullarda Beş Şehir ve Tanpınar okuma günleri ve etkinlikleri düzenlenmesi ve hediye edilmesi yazara teşekkürün bir göstergesi olacaktır. Şahsi fikrim Konya şehrinin ve her Konya’lının yazara bir vefa ve teşekkür borcu vardır. Bu bağlamda her diplomalı kari(okur) Konyalı okuma evrenine birçok kitaptan önce Beş Şehir’i alıp elden ele okumalıdır.
Kaynaklar: