BİR EVDEN AKSEV’E
Bir Sevdanın, Bir Şehrin, Bir İyilik Yolculuğunun Hikâyesi…
Seksenli yılların sonuydu…
Akşehir’in taş sokaklarında, gönülleri memleket sevgisiyle yanan bir grup genç, bir hayalin peşine düşmüştü.
Adını “2000YESOD” koydular: 2000 Yılında Ev Sahibi Olmayı Düşünenler.
Ama aslında onlar sadece bir ev değil, bir iyilik yuvası kurmak istiyorlardı.
Kimi Akşehirliydi, kimi uzaktandı.
Batı Trakyalı Turhan Emin’den Ordulu Kani Arslan’a kadar birçok genç, “Orada bir şehir var uzakta, o şehir bizim şehrimizdir.” diyerek bu sevdaya katıldı.
Sayıları on altıya ulaşınca, umut da çoğaldı. Her ay toplanan küçük aidatlar, büyük bir rüyayı besliyordu.
Ve bir gün…
Mimar Cengiz Bektaş, Akşehir Evleri’ni incelemek üzere kente geldiğinde onlara ilham veren o cümleyi söyledi:
“Bu evler, bu şehir, bu ruh… Kaybolmadan yaşatılmalı.”
Gençler o an anladı: düş ertelenmeyecek, hayal gerçek olacaktı.
Elde avuçta ne varsa toplandı, yetmeyen borç edildi.
Sonunda 1894 yılında Makedonya göçmeni bir keresteci tarafından yaptırılan o zarif konak, 1991 yılında satın alındı.
O ev, Akşehir Evi olacaktı.
Evde geceler boyu toplantılar yapıldı.
Ustalarla oturuldu, unutulan gelenekler yeniden hatırlandı.
Kimi usta hiç ücret almadı, kimi el emeğini sadaka-i cariye bildi.
Ve nihayet, 11 Haziran 1994 günü…
İzdihama varan bir kalabalığın önünde, 16 genç insan;
“Bu evi analarımızın ak sütü gibi Akşehir’e helal ediyoruz.” dedi.
O gün, sadece bir ev değil, bir milletin vefası açıldı kapılarını…
Akşehir Evi, bir anda şehrin simgesi haline geldi.
Binlerce insan ziyarete geldi, çayını kahvesini içti; bedel yerine gönlünden ne koparsa Nasreddin Hoca’nın doğuran kazanına bıraktı.
Akşehir Evi, parayla değil, sevgiyle işleyen bir sivil müze oldu.
Ama sevinç uzun sürmedi…
Henüz yolun başındayken, o 16 candan ikisi — Kani Arslan ve Doğan Sayın — trafik kazasında hayatını kaybetti.
Yas, yerini kararlılığa bıraktı.
Geride kalanlar, “Onların anılarını yaşatacağız.” dedi.
Ve yaşattılar… burslarla, ödüllerle, iyilikle…
Bir sabah, Tarihi Türk Evlerini Koruma Derneği’nden bir haber geldi:
Akşehir Evi, 1996 Ulusal Restorasyon Ödülü’ne layık görüldü.
Bu, hem emeğin hem sevdanın taçlanışıydı.
Artık tek bir ev değil, bir vakıf olma vakti gelmişti.
22 Mart 1997 günü, kırk bir mütevelli senedi imzaladı.
Artık o küçük grup bir cemiyet değil, bir vakıftı.
Adı: Akşehir Kültür, Sağlık ve Eğitim Vakfı — AKSEV.
Hedef büyük, yol uzun, niyet tertemizdi:
“Akşehir’in doğal, kültürel ve tarihi değerlerini araştırmak, tanıtmak;
bu coğrafyada yaşayanların sevgi ve dostluk içinde, sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürmesini sağlamak.”
13 Haziran 1998 günü AKSEV’in kuruluşu Resmî Gazete’de ilan edildi.
Ve 10 Ekim 1998’de görkemli bir törenle kapılarını resmen açtı.
İlk işi, 41 üniversite öğrencisine burs vermek oldu.
Çünkü bu vakıf, iyiliğin sadece konuşulmadığı, yaşandığı bir yerdi.
Yıllar geçti…
Kurucu başkan A. Nuri Köksal’ın öncülüğünde, o hayal büyüdü.
Bir avuç gönüllünün başlattığı hareket, artık profesyonel bir vakıf düzenine kavuştu.
Mülkiyeti vakfa ait tarihi idare binası, hediyelik eşya büfeleri,
her gün iki yüze yakın yoksul insanın sıcak yemek aldığı aşeviyle AKSEV,
Akşehir’de bir marka haline geldi.
Bugün AKSEV;
yüzlerce öğrenciye burs,
binlerce insana ilaç, yiyecek, giysi ve yakacak desteği sunuyor.
Ama en önemlisi, her kapıyı iyilikle çalıyor.
Ve tüm bu hikâyenin özeti bir cümlede saklı:
Bir evden başladı… bir şehre yayıldı… bir iyilik hikâyesine dönüştü.
Adı: AKSEV.
İyiliğin beş harfli ifadesi.
Akşehir’in kalbinden doğan, her gönle dokunan bir ışık…